2 Ağustos 2007 Perşembe

İnanç

Hani "başlamak bitirmenin yarısıdır" derler ya, insanı motive etmek için; Bence inanç başlamak demek!

Yani insan inanmayınca başlayamıyor. Hadi birileri zorladı veya hayat insanı yönlendirdi diyelim; O zaman da 1-0 yenik işe başlamış oluyorsunuz. Çünkü siz, o işi yapabileceğinize inanmamışsınızdır.

Belki inanmasanızda bir şekilde bu işi yaptınız. Ama inanındığınızda kaybınız yok ki! Aksine motivasyonunuz arttığı için 1-0 galip başlıyorsunuz. Böylece bir adım önde olmanız size daha etkin adımlar atmanızı sağlıyor.

Profesyonel iş hayatında gördüğüm şu: İnsan işi inandıkları için değil de zorunda oldukları için yapıyorlar; Kaliteli olsun diye uğraşmadan iş olsun yeter mantığıyla tamamlıyorlar. Biliyorum iş çok mükemmel olması zaman kaybı ama kalite de zarafeti ve başarıyı ortaya çıkaran ayrıntılar bütünüdür.

Kolayı herkes yapar! Evet yapar. Yoldan bir adam çevirin şu işi en kolay nasıl yapılır diye ufak bir bilgi alışverişinde (brifing) bulunun. Belki sizden daha çabuk ve kolay yapacaktır. Ama siz o işin uzmanı olarak daha iyisini yapmak zorundasınız. Sizden bu beklenir, yoksa amfibi aralarında boşamı diz cürüttünüz!..

29 Temmuz 2007 Pazar

Eşzamanlı İşlevsellik

Bu kavram (multitasking) bilgisayarlar için olabilir ama bence insanlar için değil. Aslında terimin Türkçe karşlığına "çoklu görev" veya "çok görevli yürütüm" diyebiliriz. Benim bahsedeceğim şu an Boolean mantığı ile çalışan bilgisayarların bile yapamadığı bir şey. Komiktir, bilgisayar yapamıyorsa biz nasıl yapalım değil mi! Aslında bilgisayar terimi ile karıştırılmaması için böyle bir başlık verdim...

Bazen aynı anda bir çok işi yapmak zorunda kalabiliriz. Mesela telefonla konuşuyorken bir e-posta yazmak veya önündeki el becerisi isteyen bir işle uğraşmak. Elbette bunu her gün yapan bir çok insan var. Kimisi ötekine göre daha becerikli olabilir veya işine göre çok dikkat istemeyebilir. Nöro bilmem ne ile ilgilenenler daha iyi bilir ama bence aynı anda ve eş kalitede iki işi yapmak bir insan için mümkün değil. Yani mutlaka birisi ihmal edilir veya ikiside!

Bilgisayarlarda da duruma aynı. Yani multitasking derler, aynı anda bilgisayar birden fazla işi yapabiliyor derler ama eşzamanlı değildir. Olamazda, çünkü bir (1) çevrim (cycle) zamanda bir (1) çekirdekli işlemci sadece bir (1) işi yapar! Aslında çift çekirdekli işlemcilerin bile bir çevrim zamanında farklı işleri yapması gerçekte eşzamanlı işlem yaptığı anlamına gelmiyor. Çünkü kullandıkları kaynak ve veriyolu ortak.

Neyse, multitasking ve multithreading veya 64 bit ve çok çekirdek işlemciler performans artışı sağladığı gerçek. Belki bir miktar çoklu görev (eşzamanlı çok görevli yürütüm değil) olabilir ama tıpkı insanlar gibi oldukları yadsınamaz. Tabi saniyeden milyarlarca işlemden dolayı bilgisayarlar bu konuda daha becerikliler. Bizim üstünlüğümüz ise sezgi! Yine de aynı anda iki işi yapmak gerçekten %200 çalıştığımız anlamına gelmez.

Bunu anlamak için şöyle bir deney yapın: Telefonda olması şart değil ama bir gün konuştuğunuz kişi bir yandan başka işle (örneğin e-posta yazıyorsa telefonda tuş şıkırtılarını duyabilirsiniz) uğraşıyorsa ona absürd bir cümle kurun. Eğer hıhı, evet, olabilir gibi cevaplar alırsanız mantıksız konuştuğunuzu anlamadığını gösterir. Çünkü beyni yazdığı e-postaya odaklanmıştır. Tersi de olabilir hatta başınıza bile gelmiştir. Yazarken telefonda duyduğunuz veya söylediğiniz bir şeyi ekran görebilirsiniz...:)

Belki çok yeteneklisiniz; beyninizin sağ ve solunu ayrı ayrı kullanıyor olabilirsiniz. Bu durumda böyle bir şey başınıza gelmemiştir ama en azından konuştuğunuz anda yazdıklarınıza çağrışım yapacak bir olay olmuştur. Yani cümleleri aklınızda kurarken o an karşı tarafın veya sizin sözleriniz kelime olarak cümle için de yer almıştır.

Konserve zaman...

Konserve zaman! Mümkün mü?

Önce kendimce adını koyduğum ve henüz mümkün olup olmadığını bilmediğim bu terimin tanımını yapayım. Bunu yaparken mümkün olması için çabalayacağım. Yani fikri geliştirmek istiyorum. Başladım bile...(06:35)

Bu iki paragraf arasında tırnaklarımı kestim! Çünkü dizüstü bilgisayarın bodur tuşlarında yazması zor oluyor. Şimdi (06:41) daha çok şey yazabilirim. Çünkü konuyla ilgili uygulamalı bir örnek yaptım ve basitte olsa bir fikir aklıma geldi. Ne zamandır tırnaklarımı kesemiyordum. Biliyorum 3-5 dakikalık bir olay ama vakit bulamıyordum. Belki ihtiyaçtan kesmişim gibi görünüyor. Ama kesinlikle öyle değil!

Şimdi gerçekten vaktim çok. Sabahın erken saatlerindeyim. Belki geç kalksaydım ne bu yazıyı yazabilirdim ne de ihmal ettiğim kendime vakit ayırabilirdim.

Demek istediğim bazen öyle anlar oluyor ki zaman denilen o kusursuz makinanın biraz yavaş çalışması için dua ederiz. Gerçekten de bir kaç dakika için yetiştiremediğimiz projeler veya kaçırdığımız fırsatlar öyle çok ki! İnsan bol vakti olduğu zamanı konserve edebilse ve lazım olduğunda açıp kullanabilse belki müthiş olurdu; Belki de değil! Öyle ya bilimkurgu filimlerinde görüyoruz, zaman kayması, sıçraması ve felakete götüren şeyler...

Hayır, benim anlatmak istediğim bilimkurgu değil! Aslında kişisel zaman planlaması yapmaktan öteye geçemez. Ama tıpkı önceden zamanımızı alıp cebimize koymamız gibi bir şey mümkün olsaydı eminim paradan daha çok harcamak isteriz. Seziyorum, teorik de olsa bence konserve zaman mümkün!

Mesela ileri görüşlü olmak bunu kolaylaştırabilir. Yani gelecekte işimize yarayacak bir şey önceden boş vaktimizde yapmak ve cebimize koymak. Hatta bir düşünsenize: yaptığınız şey boşuna bile olsa, eğer yapmak için önemsenecek bir şey harcamadıysanız fırsattır. Örnek vermek istemiyorum. Herkes kendi örneğini kurgulayabilir. Ama ileri görüşlü olmak yeterli değil!

Peki şöyle bir analiz yapsak belki zamanı konserve edemez miyiz: Bizi ek zaman muhtaç eden şeyler hep küçük şeyler değil midir? Yani tek başına olmasa da küçük şeyler bir araya gelerek bizim zamanımızdan çalmıyor mu? Öyleyse bu küçük şeyler önceden yapabileceklerimizi gerektiğinde bir yere not edip (hafızası kuvvetli insanlar aklına da yazabilir) boş vaktimizde listemize şöyle bakarak kendimize gelecek için zamanı rezerve edebiliriz. Time reservation!

Yukarıda önerdiğim "ileriyi görüp önceden yapma" ve "küçük işlere öncelik tanıma" birbirinin içine girmiş ve beraber kullanılırsa güzel bir müziği çıkacağı enstürmanlara benziyor. Çok seslilik güzeldir (eşzamanlı çok işlevsellik değil) ve başka enstürmanlar eklenirse bence daha iyi olacaktır. Ne dersiniz?

Hayatımız beleş!

Bugün kendime bir GamePad aldım; Intenet'den! Öyle pahalı bir şey değil SNOPY USB-2601 JOYPAD adında ve yaklaşık 10$ tutarında. Aslında almaya da niyetim yoktu. Satın aldığım mağaza 10 liralık bir hediye çekim olduğunu ve 3 gün içerisinde kullanmazsam iptal olacağını hatırlattığı için aldım. Sanırım ticari bir oyuna yenik düştüm!

Neyse, işte bunun KDV'si ve kargo masrafı derken ürün verilen hediye çekinin neredeyse bir misli daha arttı. Şimdi beleş alacaktım ya! Bir nevi hayallerim suya düştü. Ama yılmadım gittim geri kalan miktarı kredi kartının harcamalara karşılık hediye ettiği Bonus'u kullandım. Bu sefer cuk oturdu. Şimdi bedeva bir ürünü beklemekteyim...:)

Bir gün nasipse bu joystick benzeri cihazla oyun oynayacağım. İtiraf ediyorum oyuna da para vermedim. Geriye demirbaş değerinde bilgisayarı saymazsak bir tek elektrik kalıyor ki onu da beleşe getirmek mümkün. Dizüstünü alıp başka bir yerde şarj etmek. Peki ya ZAMAN!

Evet, zaman beleş gibi gözükse de değil. Hani derler ya vakit nakittir diye. Ticarette böyle olabilir veya kafiye tuttuğu için söylenmiştir. Bilemiyorum ama doğru olduğunu bazen görmekteyiz. Bence zaman hiç de beleşe harcanak kadar ucuz değil...

18 Mayıs 2007 Cuma

..:Ölmekte Olan İletişim:..

Gelişmekte olan teknolojiyi takip ettikçe ölmekte olan iletişim dünyamızı görüyorum. Bu dünya git gide büyüyor, kıtalar arası açılıyor ve biz haberleşemiyoruz...

Öyle bir devirde yaşıyoruz ki, birimiz ölse, göçse bu dünyadan; herhalde günlerce sonra veya belki bir hafta sonra haberimiz olur. Bu da bizim aciziyetimizi gösteriyor ki bence çok kötü bir durum. Tamam, kötü haber çabuk duyulur diye bir deyişimiz var. Ama sevgililerimiz ve ailemiz haricinde ve belki de iş/okul ortamında her gün görüştüğümüz arkadaşlarmız dışında her gün birbirimizden haber aldığımız yakın arkadaşlarımız, ya hiç yok ya da pek azdır. Yani bir takım yakın arkadaşlarımız adına yakışmayacak bir şekilde bizden uzaktır. Bu belki yandaki apartmanda oturan komşumuz olabilir. Ama birbirimiz arayıp sormadığımız müddetçe iyi bir iletişim halinde olduğumuz söylenemez.


Hadi bir şekilde yakın arkadaşımızın bu dünyadan göçtüğünden bir gün haberimiz olacak diyelim. Yani süre önemli değil önemli olan hissettiklerimiz. Şimdi, bunu öğrendiğimiz vakit ne düşüneceğiz?

Aciziyyet...
Vicdan azabı...
Üzüntü...
Pişmanlık...
Yoksa hepsi mi?

Bu duruma düştüğümüz için kendimize kızarmıyız bilmiyorum ama iletişimin olanaklarının arttığı bu dünyada git gide birbirimizden uzaklaşıyoruz sanki...

9 Mayıs 2007 Çarşamba

..:Niye yazıyoruz ki!:..

Niye yazıyoruz ki? Yanlış anlaşılma uğruna, en azından düşüncelerini istediğin bir şekilde anlatamayacağın halde yine de yazmaya devam ediyoruz. Edebi bir eser yazmasak da en azında birbirimiz ile, bazen farklı dillerde bile olsa yazışıyor ama sanki tam anlamıyla anlaşamıyoruz. Yetmiyor! Kelimeler de yetmiyor! Anlaşabilmek uğruna daha çok kelime yerine daha az sözcüğün yer aldığı ifadeler kullanmalıyız. Çelişiyorum! Anlatmak istediğimi daha az kelimeyle yazabileceğim halde zengin ifadeleri kullanmak için hala çok yoruyorum kendimi. Bir kere okunmak uğruna mı bu kadar zahmete katlanıyorum! Belki insan oğluna yapışmış aç gözlü olma, gözü doymama vasfından ileri geliyor. Bilemiyorum...

..:Girişimci Ruhu Ölmez:..

Yaşadıkça ufkum genişliyor, bu güzel bir şey ama kontrol altına almak gerekir. Bende bir huy var: ufkum genişledikçe hemen o konuda iş kurmayı düşünüyorum. Acemice bir düşünce işte. N'apayım, girişimci ruhu bende biraz fazla var. O yüzden kontrol altına alınması gerektiğini düşünüyorum ya. Kontrolden kastım; aslında iyi bir şey girişimcilik ama ince bir çizgi var: bir tarafta boşa koşuşturmak diğer tarafta ise ileriye atılmak... Tam burada belki bataklık örneği yerinde olabilir: Bataklığa saplanmışsın (yani çevren çamur yerine seni yutmak isteyenler ile dolu) ani hareketler seni daha çok dibe (içlerine) çekecek. Yani rekabet şansın azalacak, demek ki birden öne çıkmayıp basamakları teker teker, hazmederek ilerlemek.

..:İyilik yap, en iyisi denize at!:..

Acaba bu hayatta iyi şeyler yapmak için dosdoğru mu olmak lazım, yoksa bir takım hileler veya en azından beyaz yalanlar söyleyerek mi amacımıza ulaşmalıyız? Açıkcası cevabı tam bilmiyorum ama tamamen doğru olmak, eğer güçlüklere gögüs geremiyorsan iyi şeyler yapmana engel. Öyle ya iyi şeyler yapmak adına doğru sayılabilecek kötüler hiç yok mudur? Peki iyi şeyler yapmak için bile olsa girilen bu yol doğru mudur? Yoksa zaten iyi bir şey yapmadığın için kötü bir şey yapıyorsundur mantığıyla hiç iyi bir şey yapmamış olmamak için kötü bir şey mi yapmak... Saçmalıyorum galiba, kendimi ben bile anlamıyorum!

..:Şükretmek! Ne güzel şey:..

Hayatta mutlu olabilecek çok şey var. Herhalde saymakla bitmez. Ama şükredilecek daha çok şey var! Bu gerçeği kavrayabilene ne mutlu. ben gerçeği tam manasıyla kavrayabildim mi bilmiyorum ama şükretmek için günde bir saat yeter diye düşünüyorum. Öyle ya binlerce defa şükretmek bile bir kaç saatini alır insanın. Bir saate kat ve kat fazlası almamak ne büyük gaflet. Hem de sıkılmadan peyderpey alınabilecekken.

..:Kısa Dönem Askerler:..

Askerde başka devreler bir bir teskere alırken kısa dönemlerde çabucak askerlik yapıp giderlerdi. Elbette onlar için de zor olurdu ama bu durum biz, uzun dönemlere çok dokunurdu. Teskere almaya yakın, son gelenleri biz değil de onlar bizi gönderecekti. İlla ki olacak bir şeydi ama son günler ilaç gibi bir düşünceydi. Belki de kendini avutmaktan öteye geçemeyecekti; Farkındaydık. Ama bizi mutlu edecek her ilacı almaya hazırdık.